ŞEYH KAZIM K.S.

Mürşidimiz Şeyh Muhammed İhsanüddin Ennecmussakıb El Bafav-i (K.S.) hazretlerinin  (rabbim makamını ali etsin) intisab ettiği, hizmetinde bulunduğu ve kendisinden Nakşibendi, Kadiri, Rufai ve çeştiyye tarikatlarında irşad vazifesi yapması için halife yaptığı icazetname verdiği büyük üstad Şeyh Kazım El Fersaf-i (K.S.) hazretlerinin kendi kaleminden hayatını, irşadını ve  islam’a hizmetlerini konu alan bir makale…

 

Okumanızı şiddetle öneriyorum. Ayrıca bu makalede Şeyh Kazım hazretleri seydamıza verdiği bu kutlu vazifeden de bahsetmektedir. Bahsedilen husus aşağıda mavi renkle yazılmış olup, vurgulanmıştır.

 

ŞEYH KAZIM EL FERSAF-İ (K.S.)

 

 

Bizlere ihsân ettiğin nîmetler için sana hamd ve şükrederiz Allah’ ım. Gazâbından ve nîmetinin zevâlinden sana sığınırız. Âlemlere rahmet, öncekilerin ve sonrakilerin efendisi olarak gönderdiğin, hidâyet ve şefâat edici Peygamber
Muhammed (sallallahu aleyhi ve selem) ile Âl ve Eshabına salât ve selâm ederiz.

Hamd ve senâdan sonra, hatırıma hal tercememi beyan etmek geldi. Belki benden sonra hal tercememe bakacak olan kişi, kerîm olan Rabbimden bu hakir kuluna duâ ve istiğfarda bulunur. Allah’ ın inâyetiyle başlıyorum.

Ben, Muhammed Kâzım bin Şeyh Şerâfeddin (Hicrî: 1296-1378 / Milâdi: 1878-1958)
Hâlidî Nakşibendî bin Şeyh Muhammed Hâzin (H. 1235-1308 / M. 1819-1890) El Fersafi bin Şeyh Molla Mûsâ bin El Hâcı Hıdır bin El Hâcı Abdullah. Hacı Abdullah ise, Fersaf köyünün altında Siirt yolu üzerinde medfun Şeyh Şeref’
in zürriyetindendir. Denildiği ve pederimden duyduğum gibi Şeyh Şeref, iki kardeşi Şeyh Mahmûd ve Şeyh Ahmed, amcası oğlu Siirt’e kendi adıyla zikredilen câmide medfûn Şeyh Halef ile birlikte Bağdat’ tan Diyarbakır’ ın Hazro kazasına gelmişlerdir. Oradan ayrılıp, Şeyh Halef Siirt’ te Şeyh Şeref ise Fersaf’ ta ikâmet etmiş ve orada vefat etmiş olup kabri malumdur. Şeyh Mahmûd ve Şeyh Ahmed ise Erbin köyünde ikâmet etmiş ve orada defnedilmişlerdir. Mevahibü’s-sermediyye adlı kitapta Kâdiri tarikatı silsilesi Şeyh Şeref-ül Kattâle’ye ulaşır. O da
tarikatı Abdürrazzâk’ tan almıştır. Şeyh Şeref, Gavs-i Geylâni’nin oğlu Şeyh Abdülvehhâb’ın oğludur.

Anne Tarafından Nesebim:

Annem rahmetli Fadile, Şeyh Mahmûd’un kızıdır. Şeyh mahmûd ise, Kerâmetleri ile meşhur Hamzevî ve Hâlidî olan Şeyh Kâsım’ın oğludur. Hamzevî nisbesi Şeyh Hamze Kebirî zürriyetinden, Hâlidî nisbesi de Hâlid bin Velîd’in zürriyetinden olduğu
içindir. Şeyh Mahmûd ve babası Şeyh Kâsım, dedem Şeyh Muhammed el Hâzin’in halifelerinden idiler. Dedem Şeyh Muhammed el Hâzin’in Arapça bir münâcatı vardır. Münâcâtında, Allah’ tan visali istemiş, Allahü teâlâ ise ilhamla O’na şöyle cevap vermiştir:

“Yâ Hâzinu kad karrabtüke ileyye bil visâli

Ve refe’tü lekennikâbe an vechi Cemâli”

Yâni: “Ey Hâzin, seni visalim ile kendime yaklaştırdım.”

Ve perdeyi cemalimin yüzünden sana kaldırdım.”

 

(Dördüncü beyitin sonuna kadar devam eder.)

Bazı kasidelerinde; “Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, Zülcenaheyn, yedi yaşımda iken bana hırka giydiridi” demiştir. Mevlânâ Hâlid, vefât ettiğinde Şeyh-ul Hazin yedi yaşındaydı. Şeyh Muhammed el Hâzin’in bazısı Arapça, bazıları Kürtçe olmak
üzere kasideleri vardır. Şeyh, bu kasidelerin bazılarıda Allah’ın kendisine ihsân ettiği nîmetlerden bahsetmiştir. Ceddim Muhammed el Hâzin

’in mütevatir kerâmetlerinden biri de, vefatından hemen önce; “Gök ve yer onların ardından (helâkine) ağlamadı, onlara mühlet de verilmedi” (Duhan süresi:29) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyup, tefsir ettikten sonra şöyle der:

“Melekler kuş sûretine bürünüp Allah’ın bazı velîlerinin cenâzeleri ile birlikte giderler.”

Cenâzesi ile birlikte hazır olanlar, bu yabancı kuşları görmüşlerdir. Cenâzede hazır olanlardan Molla Abdülmecid ve Hacı Abdiş’ten bu kuşların cinsini sordum. Şimdiye kadar benzerlerini görmediklerini söylediler. Allah (celle celâlühü)  bizi bereketlerinden faydalandırsın, Amin.

Şeyh Muhammed el Hâzin tarikatı, Şeyh Osman et-Tavilî’den (H. 1195-1283/ M. 1780-1866) almıştır. Şeyh Osman da Mevlânâ Hâlid Zülcenehayn’dan almıştır. Mevlânâ Hâlid, Hicrî 1193’te Süleymâniye’ye bağlı Karadağ nahiyesinde doğmuştur. Kendisi 3. halife hazret-i Osman (radiyallahü anh)’ın zürriyetinden Pir Mikailoğullarından Hüseyin oğlu Ahmed’in oğludur. Hicri 1242 yılında veba hastalığından Şam’da vefat etmiştir. Şeyh Osman Tavîlî, kendisi ve çocukları
seyyidliği iddia etmedikleri halde, baba tarafından Hüseyni, ana tarafından Hasenî idi.

Ben Allah’ın zelil kulu, Hicri 1324 (Mîlâdî 1906) yılında Siirt’in Fersaf köyünde doğdum. H. 1327 yılında 3 yaşında iken annem Fadile vefat etti.
Anneannem Fatıma beni bağrına basıp bana çok iyi baktı. Beni çocuklarından üstün tutardı. Allah O’nu hayırla mükafatlandırsın, rahmet edip kabrini nurlandırsın.
 
Anne tarafından dedem Şeyh Mahmud’a yetişip onu gördüm. Sureten ve sîreten öğülen, ilmi ile amil eden, zâhirî ve bâtınî icâzetler veren bir zattı. Dedem, ben dokuz yaşında iken H. 1333 yılında vefât etmiştir. Dayılarım, 6 kardeş olup, büyükleri Şeyh Celaleddin idi.

Kur’an-ı kerîmden bir kısmını Telle-e Câmii’nde Hocam Hacı Mahmud’un yanında okudum. Merhum hocam Şeyh Yûsuf el Hamzevî ve oğlu Şeyh Atâ’nın yanında hatmettim.

Allah’a hamd olsun ki zekânın zirvesindeydim. Kehf sûresini okuduktan sonra hocam bana, sabah bir hizip (bir cüz’ün 1/4’ü) akşam bir hizip okuturdu. Allah’ın kerem ve fadlıyla, Kur’an-ı kerimi bitirdikten sonra dayılarım iptidai
mektebi, sonra da idadi mektebine gönderdiler. Okuldaki hocalarımdan bazıları milletvekili Molla Hulki Efendi’nin kardeşi Hacı Cemil Efendi ve Şeyh Hatib oğlu Şeyh Cemâl ve Şeyh-ul Kurâ Molla Mahmûd Zemî ile Molla Abdullah idiler. Allah (celle celâlühü) hepsine rahmet etsin ve bu arada H. 1332 M. 1914 yılında Harb-i Umûmî
(Cihan Savaşı) ilan edildi. Babam gönüllü asker toplayıp binbaşı rütbesinde Erzurum tarafına harbe gitti. Harp esnâsında 9 yaşımda iken beni yanına çağırdı. Kendisi ve askerleri Bitlis’e bağlı Hor köyünde iken yanlarına gittim. Yanında
bir müddet kaldıktan sonra, beni Siirt’e yolladı. Savaş esnâsında Bitlis’e bağlı Şeyh Cumâ köyünde bizzat Rus askerlerinden birini öldürüp gazi olmuştur.

Babam cihad ve savaştan döndükten sonra, bizi köyümüz olan Fersaf’ a götürdü. Babamın bana ilk okuttuğu fıkıhta Zübde metni ile Şeyh Sâdi Şîrâzî’ nin Gülistan adlı kitaplarıydı. Babamın yanında okumaya devam ettim. Şeyh Ahmed-i hânî’nin
Nevbahar ve Akîdesi’ni, “izzi” adlı kitaplarını okudum. İzzî kitabını okurken, Allah’ın fadlı ile, ancak birkaç yıl sonra okunabilecek Sadini kitabını mütalaa ediyodum. Siirt’teki ilim talebeleri, beni zekilerin en yüksek tabakasından sayarlardı. Hatta beni Zeki adıyla “Ya Zeki” diye çağırırlardı.

Avâmil-i Birgivî, Zürûf, Molla Yûnus’un Terkib’i adlı kitapları okuyup, hepsini ezberledim. “Şerh-ul Muğnî” kitabını okuyup, Muğni metnini çok güzel ezberledim. Çoğu gecelerde Muğni metninden ezberlediğimi, mânâsını düşünerekten okurdum.
Mânâsını çıkaramadığım kelimeleri karanlıkta evin avlusundaki bağ kapısına yazardım. Sabahleyin gelip, kapıya yazdığıma bakar ve mânâlarını anlamak için şerh-ül-Muğnî’ye müracaat ederdim. Bundan sonra babam beni sürekli yanında
bulundururdu ve gittiği her yere beni berâberinde götürürdü. Sohbetlerine mülâzım oldum. Bu benim için süluktu.

Hallü’l meâkıd kitabına kadar babamın yanında okudum. Merhum babam, ilim talebeleriyle bazı âlimlerin çözemediği yerleri bana gösterir, allah’ın izniyle çözerdim. Babam bana “Câmi” adlı kitabını okuttuktan sonra, seni okutabilecek kabiliyette bir hoca göremiyorum, derdi. Sonra Siirt’e dönüp Hallü’l meâkıd ve Sadullah el Kebir kitaplarını Fahri Medresesinde Molla Halil’in torunu Molla
Mustafa’nın oğlu büyük alim Molla Hamid’in yanında okudum. Allah (celle celâlühü) hepsine rahmet etsin.

Sonra Şirvan’a bağlı iskambo köyüne gidip Molla Câmî kitabını, Şeyh Derviş’in oğlu, halamın çocuğu olan Şeyh Abdurrahim’in yanında okudum. Daha sonra eve dönüp merhum babamın yanında Hisakâti kitabının şerhi olan Muhyiddin ile
risâlett-ül Vadih, Muğnittullâb, Fenârî, kavl-i Ahmed, İsâmul İstiare kitaplarını okudum. Sonra Halenze (Bağtepe) köyüne gittim. Haci Bazit
Medresesinde meşhur Molla Halil’in torunu Molla Mustafa’nın oğlu, Molla Hasan oğlu Müdakkik üstad Molla Abdülhaki’in yanında okudum. Allah hepsine rahmet etsin.

 

O yılda Mîlâdî 1925’te Palo’lu Şeyh Said hâdisesi vaki oldu. Babamın emri ile eve döndüm. Babam ise devlet işleriyle meşguldu. Halkı devlete itâat edip, isyan çıkartıp karşı gelmemeleri için irşad ederdi. Halktan silah toplayıp devlete teslim ederdi. O zaman, fırka komutanı Ali Bey’di. Sonra devlet işlerini düzenlemek üzere, Kâzım Paşa geldi. 1926 Mîlâdî, 1342 Hicrî, Mart’ın 11 ile Ramazan’ın 12. günü devlet, babam ile amcam oğlu Şeyh Zeynelâbidîn’i sonrada amcalarım Şeyh Abdullah ile Şeyh Nûreddîn’i İzmir’e sürgüne gönderdi. Sonra Konya iline intikal ettirilip orada ikâmete emrolundular. Lakin Allah’a şükürler olsun ki, suçsuz ve kabahatsiz idiler.

Konya’daki ikâmetlerinden birbuçuk yıl sonra, babam âile ile birlikte Konya’ya gelmemi emretti. Amcalarımın âileleri ile birlikte 1927 yılında Konya’ya gittim. Âile ile birlikte orada tam bir yıl kaldık. Konya’da iken babamın yanında
“Muhtasarul-Meâni” ile “Şerh-us Sa’d Alel Akaid” adlı kitaplarını okudum. 1928 yılında af çıktı. Allah’ın keremi ile köyümüz Fersaf’ a döndük.

Allah’ a hamd olsun ki, köyümüze döndükten sonra, medresede okutulup da okuyamadığım kitapları kimseden ders almadan, satır satır, mütalaa etmeye başladım. Bunlar: Uluğ, Mesudî-İsamü’l-vâdih, Havâşi-i Abdulgafur, Siyalkûtî,
şerhuş Şemsiye ile Amilî’nin Risâletül-Hesap kitapları idi. Sonra babamın yanında Cemu’l-Cevâmî şerhinden ve ibn-i Hacer’in Tuhfe kitabından bir miktar okudum. Molla Halil torunlarından Molla Tayyib’in yanında bir miktar ile, Molla Muhammed Said’in yanında Cemu’l-Cevâmîden bir miktar okudum. Yine babamın
yanında Senûsiyye, Bedul-Emali, Makâmatü’l-Harirî ve Fethu’l-Muîn kitaplarını okudum.

Metinlerden, 7500 satır olduğunu zannettiğim bir miktar ezberledim. Bunlar:

Sarf’tan: Kürtçe tasrif ile İzzi, Merh’tan bir kısım, Safiy’den çoğunu.

Nahiv’den: Zuruf, Terkib, Muğni, Sutur, Kavâid ül-İrab, İzhar, Elfiyye. Molla Halil’in Kafiyesi.

Mantık’tan: Molla Halil’in İsağocisi ile Şemsiyeden çıkardığım kayıt ve talikler.

Edebiyat’tan: El-Gelenbevî, Ukûdu’l-Cihan, Cevâhirul-Meknûn.

Fıkıh ve Usûl’dan: Cem’ul Cevâmi metni beşinci kitabına kadar .

Akâid’den: Senûsiyye, Cevheretü’t-Tevhid Be’dul-Emâli.

Hadis’ten: Bülûgül-Meram. 700 hadîs ihtivâ eder ve Nevevî’nin Hadîsul Erbain’i.

Allah’a hamd olsun ki, bir şeyi üç defa okuyarak tekrarladımda ezberlerdim. Elfiye’den 25 beyi üç defa okuyarak tekrarlar ezberledim.

1936 yılında ben öz kardeşim Tâceddin, babamdan ayrılıp, emri üzerine köyümüz salamas’a gittik. Bir sene sonra Sinep (Çatılı) köyüne intikal ettim. Merhum Hacı Bedreddin’in evinde iki sene kaldım. Sonra Hacı Bedreddin bana bir ev arsası verdi. Allah (celle celâlühü) onu hayırla mükâfatlandırsın. O arsada bir ev yatırıp içine taşındım. İlim talebelerini okutmakla meşgul olup, üç sene
sonra da 1940 yılında Muş ovasındaki Kırtakum köyüne imâm olarak gittim. Tâceddîn Ağanın evinde bir süre kaldım. Sonra sufî Cindî’nin evine taşındım. (Allah rahmet eylesin.) Tâ ki köy halkı bize ev yapana kadar. Sonra evimize taşındık. Allah’a hamd olsun ki, köy halkı tarikata intisap edip, cemâate mülâzım oldular. Dini konularda kendilerine gerekenleri öğretiyorduk.

1940 yılında, Bidri aşiretinin yaşadığı Norşen’e gittim. Büyük bir köy olup mescid yoktu. Allahü teâlâ bizi, köye bir mescit inşâ etmeye muvaffak kıldı. Kırtakum köyünde tam bir yıl kaldım. Sonra Bidri Aşiretinin ağası olan selim Ağa (Allah rahmet eylesin) bana gelip: “Köyümüz halkı aşırı bir cehalet içindedirler, evinizi köyümüze getirmeye davet ederiz. Gelmezseniz, kıyamet gününde sizden davacı oluruz” dedi. Evi Hasköy’e götürdüm. Hasköy, Muş’un en büyük köyü idi (Hasköy şimdi ilçedir). Yaz boyunca Sevak denilen yerde kaldık.
Köyde mescit yoktu. Kerim Mevlâ orada da mescit yapmamıza yardımcı oldu. Sonra câmi yanındaki Merhum Hasan Ağa’nın evine taşındık. Mescitte cemâatle namaz kılmaya başladık. Daha önce köyde mecit ve cemaat yoktu. Köylüleri dini
konularda çok aşırı cahil gördük. Kadın ile erkeğin birlikte oynamaları gibi, münker âdetleri vardı. Köyde kocasını terk edip başka erkeğe varan 14
kadın vardı. Allah’ a hamd olsun ki, bizi, bu münker sapıklığı Hasköy’den ve diğer civar köylerden kaldırmağa muvaffak kıldı. Halktan bu çirkin âdeti terk etmeleri için söz aldık. İlim talebeleri bize gelmeye başladılar. Bizde okuyan
30 talebe vardı. Köy büyük olmasına rağmen, 3 kişiden başka Fâtiha süresini doğru okuyan yoktu. Bunlar da Selim Ağa, Hasan Ağa oğlu Yûsuf ve Teymur oğlu Hacı Ahmed idiler. Bundan dolayı köylülere Fâtiha, ettehiyyât ve dini bilgileri
öğretmeye başladık. Öğrenenin adını ir deftere yazmaya başladık. Öğretmek için her bir şahsı bir talebeye teslim ettik. Allah’a hamd olsun ki, çocuğunun kırâatı sahih oldu.

Guveyt (Sason dağlarındaki) Bidri köyleri ile Hevadorik mıntıkasındaki köyleri dolaşıp. Kırâatlarını düzelttikten sonra İslâm’ın şartlarını öğretiyorduk. Hamd ve minnet Allah’a olsun ki mescit olmadığı halde Şimlak, Kolasik, Migrakom ve bilarinç köylerinin her birinde mescit oldu. Ezan ve cemâat gibi İslâm şiârı zâhir oldu.

Hasköy’de yedi sene kış ve yazıyla birlikte kaldık. 1947 yılında Siirt’e gelip Halenze’li Hacı Berho oğlu Osman Ağa’nın oğlu Hacı Ahmed Ağa’nın kızıyla evlendim. Yine bu yılda Siirt’e gelip, Seyyid Ahmed’in evinde bir kış kirada oturduk. Baharda babamın emriyle Fersaf köyüne gittik. Yazları Hasköy’e gidip, kışın Fersaf’ta kalıyorduk. Beş sene kadar devam etti. 5 sene sonra evi Hasköy’e
ikinci defa götürdüm. Yine talebe okutup Müslümanlara nasihat ve hizmetle meşgul
idik. 1958 yılında babam, üstadım vefât edene kadar kaldım. Siirt ve köylerinde müridler, Hasköy’den gelip Siirt’e kalmamı istediler. Önce Hacı Abdurrahman’ın evinde kaldım. Oğlum Muhammed Metin bu evde doğdu. Sonra az bir süre babamın evinde kaldım. Tâ ki Hacı Muhammed, Hacı Celal ve Hacı Ahmed kardeşler, bana evlerinin yanındaki bahçeyi verdiler (Allah onları hayırla mükâfatlandırsın). İçinde bir ev yapıp oraya taşındık.

Hasköy’den Siirt’e gelip ilim tedrisi ile Müslümanları nasihata devam ettik. Bir müddet Şeyh Halef Câmii’nde, sonra da Şeyh Said Câmii ile Dinârî ile Hizveni Câmilrinde ilim tedris ettik. Allah’a hamd ve minnet olsun ki ilim icâzetlerini
ben ve Fersaf’lı Molla Muhammed Şerif aynı günde babam (Allah rahmet eylesin)’dan aldık (1937).

Kendisi ve kardeşi Şeyh Muhiddin’den şifâen ve büyük üstad Molla Halil torunu Molla Hamid’den icâzet almıştır. Biz de Allah’ın fadlı ve keremi ile, iki oğlum Hüsameddin ve Muiniddin, Halenzeli Bedevi Molla Enis, Halenzeli Molla Abdurrahman, Molla Muhammed Fâzıl, Ömeri, Verkanslı Molla Zeki, Tom köyünden Molla Suat, Duderi Aşiretinden Molla Beşir, Persinkli Şeyh Kâsım oğlu Şeyh Câmi oğlu Molla Şemseddin, amcaoğulları Şeyh Nadir oğlu Molla Süleyman, Şeyh İbrahim oğlu Molla Nusreddin’e ilim icâzesi verdik.

Babam bana, ilim icâzetini verdiği gibi, Nakşibendî-i Aliye tarikatında icâzetlenirdi. Şeyh Osman-ı Sirâceddîn-i Evvel’in torunu şeyh Ali Hüsameddî’nin oğlu Şeyh Bahaeddin’in sohbetinde İran’ın Serendeç köyünde müşerref oldum. 20 yıl sonra da 1987 yılında Şeyh Osman Sirâceddîn-i Sânî İstanbul’a geldi. Sohbetiyle müşerref olup, İstanbul’da kaldığım sürece yanına gidip geldim. Sonra 1989 yılında Bağdat’a yanına gittim. Sohbetinde 10 gün kaldım. Bana Nakşibendî-i Aliyye tarikatında irşad ile müridlere zikri telkin etmeye icâzet verip, kıymetli giysiler verdi.
Hakir ben icâzet vermeye ehil olmadığım halde Nakşibendî-i Aliyye tarikatında Şeyh Câmi el Persinki oğlu Molla Şemseddin ile Molla İhsan el Bavafî’ye icâzet verdim.
 

Malum olsun ki, Şeyh Muhammed el Hâzin
vefât ettiğinde 12 oğlu vardı. Bütün çocuklarına Nakşibendî tarikatında icazet vermiştir. Kendi yerin naibi büyük amcam Şeyh Fahreddin’i tayin etti. Vefâtından sonra yerine amcam Şeyh Sadeddin geçti. Onun vefâtından sonra da yerine babam
Şeyh Şerafeddin geçti. Babam da beni yerine geçmek için tâyin etti.(Siirtliler.Net) Ehil olmadığım halde müridler de bana ittifak ettiler.

Değişik konularda risâleler yazdık. Bunlar:

İmâm-ı Şâfiî Mezhebine göre “Hac Menâsiki” hakkında risâle. (Hac Risâlesi)

“Dad ve Ta” harflerinin nasıl okunacağı (telaffuz edileceği hakkında risâle.

“Müstekmil” namazın şart ve rükünlerini yerine getiren 40 kişinin olmadığını zan
etmesi halinde Cumâ namazının taklitsiz kılınmasının câiz olmadığı hakkında risâle.

Cumâ namazının ihtiyacın üstünde câmilerde müteaddit kılındığından öğle namazının iâde edilmesi hâlinde risâle.

Şia ve diğer kitaplardan naklettiğim “Şia’nın Îtikâd ve iddiaları hakkında risâle”Zekatın tedavüldeki para için vâcip ve bu para için fâizhükümlerinin geçerli olduğu hakkında risâle.



ŞEYH MUHAMMED KAZIM HAZRETLERİNİN GÜZEL
SÖZLERİNDEN


Tasavvuf, dünyada ahireti yaşamaktır.

Tasavvuf, insanların kalplerini kötü sıfatlardan arındırıp, temiz sıfatlarla süslemektir.

Bir işe başlamadan önce, niyetinizi düzeltiniz. İhlasla işe başlayınız.

İslamı hakim kılmak isterseniz, ilmi hakim kılmalısınız.

Sizin yaptığınız iyiliklerle, başkalarının size yapmış olduğu kötülükleri hemen unutunuz. Yaptığınız kötülükler ile, başkalarının size yapmış oldukları
iyilikleri ömür boyu unutmayınız.

En büyük kerametim, tüm insanların hayrını istememdir.

Eğer doğru ve yanlış hadisleri karıştırıp önümüze koyarlarsa, Allah’ın yardımıyla birbirinden ayıklar, onlara iade ederiz.

Eğer, fıkıh ilmi, kitaplardan silinirse, Allah’ın yardımıyla yeniden yazarız.

Vefatımızdan sonra, beraberinizde dünyadan neyi götürmek isterseniz diye sorarlarsa; kitaplarımızı verin diye cevap verirdik.

En büyük keramet, istikamettir. Yani, doğru yol üzerinde bulunmaktır. İmam-ı Rabbani Hazretleri eğer bu sözü söylememiş olsaydı, bugün bu sözü biz söyleyecektik.

Bizim ünsiyetimiz (dostluğumuz) insanlarla değil, yüce Allah iledir. İnsanlarla olan dostluğumuz Allah içindir.

Biz, zamanın Mevlana Bağdadisiyiz.(Burada, Allah’ın kendisine bahşettiği nimetler anlatılıyor)

Biz şeyh ül Hazin’iz. Tüm hayatımız boyunca Yüce Allah’tan bir tek talebimiz olmuştur. Dedemiz Şeyh ül Hazin Hazretlerine keşfettiği sırları bize de
istedik. Hamdolsun bize de keşfedildi.

Bizi tanımadınız, bizleri tanıtmadınız. Eğer bunu yerine getirebilseydiniz, amirler ve alimler bizden istifade edeceklerdi.

Size gelmeyene gidiniz, size vermeyene veriniz. Sizi zülüm edeni affediniz.

Allah rızası için öfkenizi yutunuz. Sizi öfkelendireni affediniz, elinize fırsat düştüğünde ona iyilikle bulununuz.

Bizim, insanların üzerinde hiçbir hakkımız ve hukukumuz yoktur. Ama, tüm insanların bizim üzerimizde hak ve hukukları bulunmaktadır.

Eğer alimler zamanında olsaydık, bizlere alim denmeyecekti.

İlmin olmadığı yerde, ihtilaflar hep var olmuştur.

Hayatımız boyunca iki şey bize çok garip gelmiştir. Birincisi, insanın ilmi çoğaldıkça cahil olduğunu anlıyor, ikincisi ise, yüce Allah’a yaklaştıkça O’ndan uzaklaştığını hissediyor.

Bizim meşrebimiz İmam-ı Rabbani hazretlerinin meşrebidir. Biz Sıddıki’yiz.

SİİRT’TEKİ ALİMLERİN HAKKINDAKİ SÖZLERİ



Tillo’ lu Molla Bedrettin Sancar: Şeyh hazretleri bizim rehberimizdir. Biz her zaman onlara duacıyız. Yüce Allah ömürlerini uzun etsin.Onlar başımızda kaldıkça bölgemizde yanlış fetva verilmeyecek, onlara geldiği zaman geri dönecektir.

Günümüzün ilmi meselelerini tek çözüm yeri Şeyh Hazretlerinin dergâhıdır.



Şeyh Müşerref Hazretleri: Siirt’in Sinep köyü sakinlerinin bir kısma kendilerini ziyaret edip nasihat istemeleri üzerine şunları söylemiştir; “Sizi neyin
nasihatini edeyim. Siirt’e gitmiyor musunuz? Şeyh Muhammed Kazım hazretlerini ziyaret etmiyor musunuz? İşte, size en büyük nasihat. Gidin, kendilerini görün. Sizinle hiç konuşmasın, sadece onu görün. Alın size en büyük nasihatim.

Yine kendileri, bir gün şeyhin ziyaretlerine taksiyle gelirler. Bunun üzerine; yalın ayak gelmeleri gerekirken taksi gelmek zorunda kaldıklarını söyleyerek kendilerinden özürlerinin kabulünü isterler.



VEFATI:

Şeyh Hazretleri, 1996 yılı aralık ayının başında aniden rahatsızlandı. Bunun üzerine İstanbul’a götürülerek tedavi altına alındı.

15 aralık 1996 pazartesi akşamı saat 11 civarında Hakkın rahmetine kavuştu. Naşı şerifleri Siirt’te nakledildi. Vefatını duyan binlerce seveni Türkiye’nin her tarafından Siirt’e akın etti.

 

Cenaze namazları tarihi Ulu camiinde kılındı. Binlerce kişinin omuzları arasında, Tillo yolu üzeri, Kazimiye kur’an kursunun yanında defnedildi.

Daha sonra tarihi niteliği taşıyan bir türbe inşa edildi. Yanı başına da bir cami yapıldı. Osmanlının geleneği olan Kur’an Kursu (medrese), türbe ve cami üçlüsü oluşturuldu. Türbe, halkın ziyaretine açılmıştır.

Bu yazıyı hazırlayıp bizlerle paylaşan saygıdeğer büyüğümüz Beşir Demirel'e şükranlarımızı sunuyoruz.

KAYNAK: http://www.siirtliler.net/Sayfala.asp?nereye=YAZIOKU&id=1079

 

 

Facebook beğen
 
 
ŞU ANA KADAR SİTEMİZİ TOPLAM 73761 ziyaretçiTIKLADI